16 Eylül 2012 Pazar

Bizimkisi de macera II : Sofya, Bulgaristan




Avrupa turumuzun il ayağı hiç planlamadığımız şekilde Sofya olmuştu. Sofya'yı tamamen transit şehir olarak kullanmayı planlarken, Belgrad'a giden trenlerden sadece gece trenini olduğunu öğrenince Sofya'yı gezmek için bir günümüz vardı önümüzde.

Sofya Tren Garı
Yıllarca Osmanlı devletinin önemli bir eyalet merkezi olup önemli ticaret merkezi olan Sofya, o eski günlerini mumla aradığını daha tren garına varır varmaz fark ediyorsunuz. Garın yapısı, bekleme salonu, hareket saatlerini gösteren ekranlar hepsi 2012 yılının çok gerisinde kalmış. Garda ilk işimiz bir turizm ofisi aramak oldu ama var olan turizm ofisinin  kendine hayrı yoktu. Bizde yakında bir büfeden şehir haritası alıp şehri kendimiz keşfetmeye karar verdik. Böylesi daha güzeldi. Bu arada bahsetmeden edemeyeceğim büfede normal dergilerden çok erotik dergiler açık seçik satılmaktaydı. Tren garı gibi bir kamu kurumunda alenen erotik dergi satılması pek gördüğümüz bir şey olmadığı için şaşkınlığımızı gizleyemedik.

Gardan dışarı atınca kendinizi hemen yol karşısında tramvay durakları vardı. Oraya doğru yönelip bilet gişesindeki görevli kadına şehir merkezine nasıl ulaşacağımızı sorduk. Tabi ki tek kelime İngilizce bilmediğinden vücut dili ile derdimizi anlatıp iki bilet aldık. Gardaki büfedeki kadın da İngilizce bilmiyordu, anladığımız kadarıyla Sofya'da iletişimde biraz sıkıntı çekecektik.
Sofya'da Bir Ankesörlü Telefon


Bu arada Bulgaristan'ın 2007'de Avrupa Birliği'ne katılımına rağmen para birimini avroya değiştirmemiş ve "leva" olarak kalmış. Leva Türk lirasından biraz daha değerli durumda. 1 avro 2.2 TL'ye tekabul ederken, 1.9 leva 1 avro değerindeydi.

şehir içi ulaşımı sağlayan tramvaylardan en sevimlisi
Derken beklediğimiz tramvay geldi ve şehir merkezine doğru yola çıktık. Dikkat çekici bir başka nokta tramvay makinistlerini çoğunun kadın olması ve tramvayların eski olmasıydı. O kadarki, bazı kavşak noktalarında makinist durup, tramvaydan inip elindeki levyeye benzer bir şeyle ray değiştiriyordu. Henüz metro hattına sahip olmayan şehirde metro inşaatı yakın zamanda başlamış belli bir süre sonra şehir modern bir metroya sahip olacaktı. Hafta içi olduğundan mıdır bilmem 1.3 milyon  nüfusa sahip başkentte, pek sokakta insan yoktu.



ulusal sanat galerisi
Avrupa'ya adım attığınızın belli olduğu bana göre iki durum vardı. Birincisi mimari, nerdeyse her binada mutlaka en azından bir heykelcik bulunuyor, bulunmayanlar ise detaylarıyla dikkat çekiyor. Diğer durum ise, trafikte araçların yayaya saygısı, evet yaya yola adımını attığında araçlar durup yayaya yol veriyordu. Bu durumu daha önce Avrupa'ya gidenlerden binlerce kez duymamıza rağmen bir Türk olarak adapte olması zor bir durumdu. Belli başlı tarihi binaları acıkıncaya kadar gezerken ki bunların fotoğraflarını en sonda ekleyeceğim, bu yapılar arasında ne dikkat çekici olan "ulusal sanat galerisi" idi. Öyle ki günün sonunda Kapıkule'de tanıştığımız güzel sanatlar bölümündeki akademisyen arkadaş ve bir fransız, galerideki eserlere hayran kalmıştı. Özellikle fransızın bu eserlerin Louvre müzesindekilerden bile önemli olduğunu söylemesi önemli bir ayrıntıydı. Ekonomik açıdan bu denli zor durumdaki bir ülkenin sanata bu kadar sahip çıkması Avrupa'lı olduğunun bir göstergesiydi sanırım.

Kadı Seyfullah Efendi Camii
Karnımız acıktığında kendi aramızda nerede ne yiyelim diye konuşurken birisi yaklaşıp Türk olup olmadığımızı sordu Türkçe. Adamın adı Metin'di, Bulgar Türklerinden. Biraz onunla oradan buradan, Naim Süleymanoğlu'ndan sohbet ettikten sonra bize bir yer gösterebileceğini söyledi. Ve gelen ilk tramvaya bindik. Biz bilet alalım diyecekken, "gelin binin kimse kontrol etmez ücretsiz bunlar" dedi ve bindik. Buram buram alkol kokan nefesinden ve arka cebindeki alkol şişesini farkettikten sonra pek güvenilir bir insan olmadığını anladığımız Metin'i bir mc donalds görür görmez ektik. Genel olarak Sofya Türkiye'ye göre daha ucuz bir ülkeydi. Yiyecek ve içecek fiyatları genelde bizden daha ucuzdu.









raftaki baklava
Yemekten sonra şehrin kalan yerlerini keşfederken bir markette gözümüze takılanlar çok tanıdıktı, kuru kahveci Mehmet efendi Kahveleri, ramazan pidesi ve baklava. Türklerin önemli bir miktarda yaşadığı bir başkentte bunları görmek çok şaşırtıcı olmasa da birebir aynılarının olması önemli bir anekdottu bana göre. Ayrıca şehir merkezinde Mimar Sinan'a ait bir cami dikkatimizi çekti, İsmi "Kadı Seyfullah Efendi Camii" olan bu caminin tabelasından Mimar Sinan'a ait bir eser olduğu yazsa da, daha sonra okuduklarımdan, araştırmaların sonucunda bu camiinin Mimar Sinan'a ait olmadığı ortaya çıkmış. 1567 yılına ait cami çeşitli restorasyonlarla bugüne kadar korunmuş ve Sofya'da şuanda 5 cami bulunmasına karşın ibadete açık olan yalnız Kadı Seyfullah Efendi Camii imiş. 





ramazan pideleri
Akşam yemeğimizi Sofya'nın geçen yıl en iyi ızgara restorantı seçilen Happy Grill' de yedik. Garsona Sofya'ya ait ne yiyip içebileceğimizi sorduğumuzda bize sadece ayran ve rakı önerisinde bulunması kültürlerimizin ne kadar içiçe olduğunun göstergesiydi. Sofya insanları genellikle soğuk, pek yardımsever olmayan ve neredeyse hayattan zevk almadan yaşayorlar gibi geldi bizim gözümüze. Sokaklar ne kadar sakinse, sokakta olanların ruhları da bir o kadar sakindi. 





Sofia Garı
Gare Centrale Sofia



the statue of sofia
the statue of sofia

komunist parti binası

bir binadaki heykel ayrıntısı

eğitim bakanlığı girişi

sofya sokaklarından bir kare

St. George Kilisesi (IV. yüzyıl)

Hagia Nedelja Kilisesi

St. Nikolaj The Miracle Maker Church (the  russian Church)
Aziz Nikolaj Kilisesi

St. Alexander Monumental Cathedral
Aziz Alexandır Katedrali
St. Alexander Monumental Cathedral
Aziz Alexandır Katedrali

Not:  ©  Fotoğrafların tamamı şahsıma ait çekimler olup, her hakkı saklıdır, izinsiz kullanılması yasaktır. 
P.s.  © Suayip Akın.  All rights reserved. My images may not be reproduced in any form without my permission.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder